OSMANLI SİKKELERİ

Osmanlı sikkelerini ve dolayısıyla Osmanlı ekonomisini inceleyerek, Osmanlı tarihinin gelişme, duraklama ve gerileme dönemleri hakkında bilgi edinmek ve bunların sebep - netice kararlarına varmak mümkündür. Müzemizin bu bölümünde bu bilgilere erişebilecek bazı ipuçları bulunabileceğini düşünüyoruz…

OSMANLI İMPARATORLUĞU SİKKELERİ

Kayı boyundan gelen Osmanlı ailesi, Miladi 14. yüzyıl başlarında, Hicri 699 yılında bir beylik olarak Anadoluda kendine bir yer bulabilmiştir. Zamanla Osmanlı’ların para kullanımları çok geniş bir bölgeyi içerisine alabilmiştir.
Osmanlı para düzenini birkaç süreçte incelemek mümkündür.

  • Kuruluşundan, Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar 150 yıl devam eden, istikrarlı, gümüş akçeye dayalı süreç.
  • Osmanlı Devleti’nin genişlemesine paralel olarak, altın sikkelerin önem kazanması ve imparatorluk sınırları içerisinde "para bölgeleri" nin oluşması ancak paranın değer kaybına başlaması,
  • 17. yüzyıldaki parasal istikrarsızlık,
  • 18. yüzyılın son çeyreğine kadar, istikrarlı gümüş kuruşun oluşması,
  • 1780'lerden sonraki mali bunalımlar ve finans burjuvazisinin oluşması,
  • 19. yüzyılın ortalarından itibaren altın ve gümüşe bağlı yeni mali düzen ve dış borçlanmalarla devletin gücünü kaybetmesi.

Osmanlı para düzeninde değişik süreçlerde farklı madenlere dayalı para sistemleri  kurulmuştur. Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan İstanbul'un fethi ile imparatorluk düzeyinde gelişmesine kadar geçen süreçte gümüşe dayalı “tek metalli” bir para sistemi varken, daha ileri yıllarda altın ve gümüşün beraberce şekillendirdiği “çift metalli” bir düzen kurulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş sınırları dahilinde birçok farklı para kullanma geleneği olan toplumlar yer almıştır. Bu nedenle imparatorluğun 6 asırlık tarihinde

değişik toplumların ihtiyaçlarını karşılayabilecek değişik isimler altında birçok tip sikke kullanılmıştır: Akçe - Beşlik - Onluk - Mangır - Fels - Dirhem - Şahi - Abbasi - Medini - Sultani - Eşrefi - Osmani - Bukşa - Larin - Kuruş - Zolta - Para - Nasri - Riyal - Harube - Burbe - Bucu - Cedid Eşrefi - Zer-i Mahbub - Zeri İstanbul - Fındık - Rumi Altın - Cedid Rumi - Darü’l Hilafe Altını - Adli Altın - Cedid Adli Altın - Hayriye - Sandıklı Altını - Mahmudiye - Cihadiye - Yüzlük - Ellilik - Altılık - Yeni Kuruş - Karakuruş - Mecidiye - Lira - Ziynet Altını...

Bu sanal sergide mümkün olduğu oranda bu sikkelerden örnekler vermeye çalışacağız...


OSMAN GAZİ TARİHİ

Malazgird zaferinden sonra, Oğuzların 24 boyundan Kayı Aşireti’nin bir bölümü Doğu Anadolu’ya yerleşerek bu bölgede etkinliklerini arttırdı. Bu aşiretten Ertuğrul Bey’e, Selçuk sultanının teveccühüyle, Bilecik civarında bir bölge yurt olarak verildi ve bu surette 1231 ( H628) ’da beyliğin temelleri atıldı.

Osmanlı Devleti’ni kuran ve hanedana adını veren Osman Bey, 1258 ( H656 ) tarihinde dünyaya geldi. Osmancık ve Kara Osman gibi isimlerle de anılan Osman Bey, Ertuğrul Gazi’nin yaşlanmasıyla, Selçuklu sultanına ve onun da bağlı bulunduğu İlhanlı hakanına tabi olarak, beyliğin başına geçti. Tarihsel kaynaklarda Osman Gazi’nin “Fahre’d-din” ünvanına sahip olduğu aktarılmaktadır. Bu bilgi Orhan Gazi döneminde basılan bir akçenin üzerinde yer alan “Orhan bin Fahre’d-din” ibaresiyle doğrulanmaktadır. 1284 (H683) yılında Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyase’d-din Mesud’un verdiği sancak ve tuğ ile Söğüd ve çevresinde bir uç beyliği kurdu. 1291 ( H690 ) yılında Karacahisar’ı fethederek Osmanlı Beyliği’nin ilk genişleme adımını gerçekleştirdi. Osman Bey bu tarihten itibaren Karacahisar’da adına hutbe okutmaya başladı. 1298 ( H698 ) yılında Bizans sınır şehirlerinden Yarhisar ve Bilecik’i fethetti ve Yarhisar Tekfur’unun kızını oğlu Orhan ile evlendirdi. Selçuklu Sultanı III.Alae’d-din Keykubad’ın İlhanlı hükümdarının yanına gitmesi ve bu nedenle Anadolu’da otorite boşluğunun doğmasını 1299 ( H699 ) tarihçiler tarafından beylikten, bağımsız bir devlete geçiş tarihi olarak kabul edilir. 1302 ( H702 ) yılında Bizans’a karşı Koyunhisarı zaferini kazandı.

1308 ( H708 ) yılında İlhanlıların, Anadolu Selçuklu İmparatorluğuna son vermesi üzerine Osmanlı Beyliği tam bağımsız hale geldi. 1313 ( H713 ) yılında Akhisar’ı Osmanlı sınırlarına dahil eden Osman Bey, 1324 ( H724 ) yılında devleti oğlu Orhan Bey’e devretti.


ORHAN GAZİ SİKKELERİ

Orhan Gazi döneminde kardeşi Alaeddin Bey’in idari konularda (para, kıyafet, ordu gibi) kanun ve nizamlar koyması ile önemli reformlar başladı. Tarihçilerin, saltanata hangi tarihte geçtiği üzerinde dahi fikir birliğine varamamış oldukları Orhan Gazi’nin sikkeleri Osmanlı sikkeleri arasında belki üzerinde en çok araştırma yapılmakla beraber, en fazla bilinmiyeni olan sikkeler arasında yer almaktadır. Orhan Gazi’nin tüm sikkeleri gümüş akçeler ve bunların katları olmakla beraber, son yıllarda yapılmış olan bir çalışmada, Orhan Gazi’ye ait bakır mangılardan da örnekler verilmiştir.

“Akçe”, beyaz sikke anlamına gelmekte olup, Orhan Gazi döneminde 100 dirhemden 265 adet kesilmiştir. Buna gore Orhan Gazi’nin akçeleri 1.15 gr ortalama ağırlığa gelmektedir. İlk akçeler 900 ayar gümüşden basılmış olup, zamanla daha sonraki devirlerde ayar ve ağırlıklarda düşürmeler yapılmıştır. En önemli sikkelerinden biri İstanbul Arkeoloji Müzesi koleksiyonlarında olan 5,95 gram ağırlığındaki 5 akçedir.

Orhan Gazi’nin değişik tasarımlı birkaç tip sikkesi bulunmaktadır. Sikkelerinin bir kısmının Osmanlı Beyliğinin o dönemlerde otoritesini kabullenmek zorunda kaldığı Selçuklu ve İlhanlı sikkelerinin tasarımların etkisinde basıldığı görülmektedir.


SULTAN MURAD I SİKKELERİ

Sultan Murad I’in 27 yıllık saltanatı döneminde gümüş akçeler ve bakır mangırlar darp edilmiştir. Murad I’in akçelerini 3 değişik grup altında sınıflandırılması uygun görülmektedir. Bu akçelerin ilk 2 grubunda ön yüzde iki satır halinde “Murad bin Orhan / Halleda’llahu Mülkehu” yazısı arasında sırasıyla 1 ve 2 düz çizgi yer almaktadır. Son tipte ise arka yüzde yer alan “Hullide Mülkehu” yazısı 3 düz çizgi ile ayrılmıştır. Bu çizgilerin saltanatın her 10 yılında arttırılarak kullanıldığı düşünülmektefir. “Tek çizgili akçe”lerin ilk saltanat dönemi olan  1362 - 1371 yılları arasındaki 10 yılda, “çift çizgili akçe”lerin 1372 - 1381 yılları arasında ve “üç çizgili akçe”lerin de 1382 yılından 1389 yılına, saltanatın sonuna kadar darp edilmiş olduğu ifade edilmektedir. Gerçekten de tek çizgili akçelerin tasarımları, babası Orhan Gazi’nin son akçeleriyle benzer olması, tek çizgili akçelerin ilk olarak darp edilmiş akçeler olduğunu düşündürmektedir.

Sultan Murad I’in bakır mangırları önemli yenilikler getirmiştir. Osmanlılarda bir mangır üzerine darp tarihi konulması ilk defa Sultan Murad I döneminde gerçekleştirilmiştir. “Ramazan mangırı” olarak isimlendirilen bu bakır mangırın üzerinde yer alan “Ramazan” ibaresi, Osmanlı sikkelerinde darp ayının yer aldığı tek sikke olarak ilginçliğini muhafaza etmektedir. Bakır mangırlarda ilk olarak “Sultan” ünvanına da Murad I saltanatında rastlamaktadır.


150 YILLIK İSTİKRAR : ERKEN DÖNEM OSMANLI AKÇELERİ

Osmanlı İmparatorluğunun ilk 150 yıllık döneminde, gümüş “akçe” tipi sikkelerin tek para birimi olarak kullanılmış olduğu görülmektedir. Rumca “aspro” kelimesinden türetilmiş olan akçe, Osmanlıca beyaz, temiz anlamına gelmektedir.
Osmanlı Devleti, para basımında kullanılan ağırlık birimini İlhanlı devletinden almıştır. 14. yüzyıl başından, 17. yüzyıl sonuna kadar kullanılan bu birim “Tebriz Dirhemi” adı verilen ve İlhanlı paralarında esas birim olarak kullanılan 3,072 gr ağırlığa tekabül eden dirhemdir. Osmanlı ağırlık sistemindeki dirhem ise 3,207 gr ağırlığa tekabül etmektedir. Benzer bir şekilde aynı dönemde para basımında kullanılmış olan “karat” ise 0,180 grama karşılık gelmektedir. Osmanlı devletinde daha ileri yıllarda kullanılan karat birimi ise 0,200 gram olarak kabul edilmiştir.
İlk Osmanli Sultanları Orhan Gazi, Murad I, Bayazid I, Fetret devri Emirleri, Mehmed I ve Murad II dönemlerinde 150 yıl süreyle gümüş akçenin ayar ve ağırlığında hiç bir değişiklik yapılmadan, her sultan döneminde yeni bir tasarımla basılmasına devam edilmiştir. Bu dönem zarfında 100 dirhem has gümüşten 260/265 akçe bastırılmış olup, buna göre akçe ağırlığı 1,15 gr – 1,18 gram arasında ortalama bir değere gelmektedir. Doğal olarak bu ağırlık ortalama bir değer olup, darphanelerde o yıllarda kullanılmakta olan el işçiliğinden dolayı sikkeler arasında önemli ağırlık farklılıkları görülebilmektedir.


SULTAN MURAD II SİKKELERİ

Sultan Murad II Osmanlı tahtına geçtikten sonra, ilk olarak Bursa’da ön yüzünde tuğrasının bulunduğu, 824 tarihli bir akçe darp ettirdi. Daha sonra H825 yılında amcası Mustafa Çelebi ile yaptığı Ulubad savaşını kazanarak Rumeli bölgesinde de egemenliğini tanıtarak Fetret Devrine tam olarak son verdi ve Amasya, Ayasluk, Bursa, Edirne, Engüriye, Kastamonu ve Serez’de 825 tarihli ikinci tip akçesinin darbını yaptırdı. Sultan Murad’ın cülusunun 10. yılına karşılık gelen 834 yılında yeni bir akçe darp ettirildi. Bu akçelerin darbına Sultan’ın tahttan feragat etmiş olduğu 848 yılına kadar devam edildi. 834 tarihli sikkeler Amasya, Ayasluk, Bursa, Edirne, Novar ve Serez’de bastırıldı. Sultan Murad II nin Edirne’de darbettirdiği Kayı damgalı mangır ile Bolu, Karahisar, Ladik, ve Tire’de darbettirdiği mangırlar dönemin sikkelerine görsel yenilikler getirmiştir.


SULTAN MEHMED II SİKKELERİ

Sultan Mehmed II, saltanata geçtiği yıllarda Avrupa’da ortaya çıkmaya başlayan gümüş madeni kıtlığının, Osmanlı Devleti’nin aynı dönemlerde Balkanlar’daki gümüş madenlerini ele geçirmesine rağmen, Osmanlı sınırları içerisinde gümüş akçe darbına zarar vermemesi için önemli tedbirler aldığı görülmektedir. Çıkarttığı fermanlarla İmparatorluk sınırları dahilinde üretilen veya yurt dışından ithal edilen tüm altın ve gümüşün, derhal devletin darphanelerine getirilerek sikke haline dönüştürülmesini emretmekteydi. Darphanelerde sikke olarak basılan bu madenlerden devlet hazinesi belli bir oranda vergi veya hizmet bedeli almaktaydı. Bu bedel genellikle gümüş miktarının % 15 – 20 sine karşılık gelmekteydi.
Osmanlı toprakları içerisinde yabancı sikkelerin de kullanımına izin verildiğinden, yabancı altın ve gümüş sikkeler, madenlerin darphaneye getirilmesi kararnamesi dışında tutulmaktaydı. Hatta devlet yabancı sikkelerin ithalatını kolaylaştırmakta, bir şekilde teşvik etmekteydi. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar devam eden bu uygulama ile, halk arzu ettiği takdirde devlete ödeyeceği vergileri dahi yabancı altın veya gümüş para ile yapabilmekteydi.
Sultan Mehmed II’nin merkeziyetçi bir yönetim kurarak kıymetli madenlere getirdiği yasağa rağmen, gümüş kıtlığı Osmanlı Devleti’ni de etkisi altına almıştır. Bu gümüş darlığı 1700 lü yıllarda değerli madenlerin giderek bollaşmasına kadar devam etmiş ve ancak bu tarihten itibaren Sultan Mehmed II’nin madenlerle ilgili yasakları kaldırılmaya başlanmıştır.


FATİH SULTAN MEHMED

Osmanlı Devleti’nin İstanbul’u fethi İslam ve Hıristiyan güç dengelerinde önemli değişiklikler yarattı. Batıda başta Venedik ve Macaristan olmak üzere 25 civarındaki tüm Avrupa devletleri  Osmanlılar’a karşı birleşmek gereğini duydu. Doğuda ise Osmanlılar’ın bu kadar güçlenmesinden çekinen İran’da yerleşik bir Türk devleti olan Akkoyunlular ve Mısır’da hüküm süren diğer bir Türk devleti olan Memluklar, Avrupa devletleri ile paralel bir strateji ile Osmanlılar’la savaşmak ve Osmanlılar’ı birçok cephede yıpratmak stratejisini kabul ettiler.
Bu nedenlerle Sultan Mehmed II, 30 yıla yakın bir süre, bizzat katılarak başkumandanlık yaptığı birçok “Sefer-i Hümayun” ile, doğuda ve batıda sürekli mücadele ve savaşlara girmek zorunda kaldı. Bu seferler öncelikle batıda Sırbistan, Ege adaları, Rodos, Moldavya, Romen Prensliği, Bosna ve Mora Yarımadası’na yapıldı. Belgrad hariç tüm Balkanlar Osmanlı egemenliğini kabul etti. Karadeniz’de Amasra limanı ele geçirildi. 1461 (H865) yılında Bizans’ın devamı olan Pontus İmparatorluğu’na son verildi. Trabzon limanı ve kalesi alınarak Karadeniz’in tüm güney sahilleri Osmanlılar’ın eline geçti. Komutanlarından Gedik Ahmed Paşa Kırım’ı ele geçirdi. 1466 (H870) yılında uzun yıllardır her fırsatta Osmanlı Devleti’ne sorun çıkartan Karaman Beyliği ve Konya Osmanlılar’ın eline geçti.
Osmanlı İmparatorluğu Fatih Sultan Mehmed döneminde bir dünya imparatorluğu olduğunu kabul ettirmiştir. Doğudaki fetihlerle genişlemekle beraber, batıdaki savaşlar neticesinde Osmanlılar’ın Balkanlar’daki mevcudiyeti kabul edilmiş ve Venedik harp tazminatı ödeyerek savaşı sona erdirmiştir. 1479 (H884)
Kuzeyde, Cengiz Han’ın oğullarından Cuci’nin soyundan gelen Kırım Hanlığı, Osmanlılar’ın Cengiz Han soyundan gelen bir han tayin etmesi şartıyla, Osmanlı tabiiyetini kabul etmiş ve bu şekilde Karadeniz’de de Türk hakimiyeti kesinleşmiştir.
Fatih Sultan Mehmed, 1481 (H886) yılında, 49 yaşında iken seferde olduğu sırada bir Yahudi tarafından zehirlenerek öldürüldü.


FETRET DEVRİ SİKKELERİ

Yıldırım Bayezid’in oğullarından Şehzade Süleyman, Ankara Muharebesi akabinde hemen Bursa üzerinden hazinesini ve haremini alarak, Edirne’ye kaçtı ve Bizans’ın da desteğini alarak padişahlığını ilan edip Edirne’yi başkent yaptı. Timur’un Anadolu’yu terk etmesi üzerine bu toprakları tekrar ele geçirmeye çalıştı. Emir Süleyman, diğer ismiyle Süleyman Çelebi, kardeşi İsa Çelebi ile güç birliği yapmış, İsa Çelebi’yi Anadolu’ya yollayarak Osmanlı birliğini tekrar kurmaya çalışmıştır. Ancak, İsa Çelebi’ bu mücadele esnasında diğer kardeşi Mehmed Çelebi’yle de karşılaşmış ve mağlup olmuştur. Böylece Emir Süleyman’ın Anadolu ve Rumeli’de yeniden hükümdar olma sevdası da son bulmuştur.
Emir Süleyman, Sırp ve Bulgarlar’ın desteğini alan Musa Çelebi’nin Edirne’ye yürümesi üzerine İstanbul’a kaçmak üzere iken yakalanarak 1411 (H813) yılında öldürüldü. Musa Çelebi, bütün tımarlı sipahiler gibi sancak  beylerinin de kendisine bağlılıklarını bildirmeleri üzerine, Rumeli’deki Osmanlı eyaletlerinin yegane hakimi olarak Edirne’de tahta geçti. Timur’un Anadolu’da kaldığı bu sınırlı süre zarfında ilk olarak Germiyan Beyliği 805 darp tarihli akçeler darbettirdi. Bu arada Osmanlı tarihinde doğrudan doğruya, herhangi bir Osmanlı hükümdarının isminin yer almadığı, başka bir hükümdar adına sadece bir kere sikke kesilmiştir. Bu da 1403 (H806) yılında Ankara Savaşı’ndan 1 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma noktasına geldiği dönemde Çelebi Mehmed tarafından gerçekleştirildi. Timur’un kendisine vermiş olduğu hükümranlık izninden dolayı ilk kestirdiği sikkelerin Timur adına basılmış sikkeler olduğu düşünülmektedir. Hemen aynı yıl Bursa’nın Mehmed Çelebi tarafından ele geçirilmesiyle, Timur’la müşterek “Bursa-806” akçeleri basılmıştır.


SULTAN SELİM I SİKKELERİ

Yavuz Sultan Selim dönemi İmparatorluk sınırlarının hızla genişlediği bir dönem olarak Osmanlı tarihinde yerini almıştır. Sultan Selim’in 8 yıllık saltanatında Devlet sınırları 2,4 milyon km2’den 6,5 milyon km2’ye çıkmıştır. Çok önemli yeni şehirler Osmanlı sınırları içerisine dahil edilmiştir. Yeni ele geçen şehirlerde de sikke basımı yapıldığından, Yavuz Sultan Selim dönemi sikkelerinin tasnifinde 2 değişik sınıflandırma gereklidir.

1- Geleneksel Sikke Darbeden Şehirler:
Bu dönemde, daha önceleri sikke darp etmekte olan darphanelerde, Sultan’ın saltanatı süresince, 918 tarihli sikke darbına devam edilmiştir. Bu darphanelerden Amasya, Kostantiniye ve Serez’de altın; Amasya, Ankara, Bursa, Edirne, Kastamonu, Konya, Kostantiniye, Kratova, Novar, Serez, Tire ve Üsküb’de gümüş sikkeler darbedilmiştir. Bu darphanelerde ister altın ister gümüş olsun sadece sultanın cülusu olan 918 tarihli sikkeler kestirilmiştir.
Altın sultaniler 100 miskal altından 129 adet sultani olmak üzere 3,50 gram ortalama ağırlıkta, gümüş akçeler ise 100 dirhem gümüşden 420 adet akçe olmak üzere, 0,73 - 0,76 gram ortalama ağırlıkta darbedilmişlerdir. O tarihlerdeki altın/gümüş değerlerine göre 1 sultani, 60 akçeye karşılık gelmektedir.

2- Yeni Tip Sikkelerin Darbedildiği Yeni Fethedilen Şehirler:
1516 (H921) yılından itibaren Yavuz Sultan Selim, Doğu Anadolu ve Ortadoğu’da birçok şehri fethederek Osmanlı İmparatorluğu sınırlarını genişletmiştir. Yeni fethedilen şehirlerde bu tarihten itibaren sikke basımı başlamıştır. Bu şehirler; Amid, Bitlis, Cezire, Dımışk (Şam), Hasankeyf, Haleb, Harput, Hizan, Larende, Mardin, Müküs, Musul ve Ruha’dır. Bunlara ilaveten 1517 (H923) yılında Mısır’ın fethi Osmanlı sikkelerine yepyeni bir zenginlik getirmiş ve Mısır’da 1914 yılına kadar darp edilen Osmanlı sikkeleri imparatorluk ekonomisine hareketlilik kazandırmıştır.


MISIR SİKKELERİ

Sultan Selim I, Mısır’ın fethinden sonra altın sikkelerin Mısır geleneklerine göre sikkelerin üzerine cülus tarihinin değil, gerçek sikkelerin darp tarihlerinin yazılmasına devam edilmiştir. Bu nedenle döneminde darbedilmiş olan sultanilerde, fetih tarihinden itibaren 923, 924, 925 ve 926 tarihli sultanileri bulunmaktadır. Mısır sultanileri üzerindeki yazılara bakıldığında aynı diğer Osmanlı sultanilerine benzemektelerse de, gerek sikkelerin üzerinde bulunan yıldız, saadet düğümü ve eşrefi zincir desenleriyle, gerekse yazı karekterlerinin yatay ve dikey çizgilerin bulunmasıyla önemli farklılıklar gösterirler. Bu nedenle mısır sultanilerin sınıflandırmasında yazıların aynı olmasına rağmen, görsel farklılıklardan dolayı 2 tip olarak ayrım yapılmıştır:
1- Klasik Sultani Tipi
2- Memluk Tasarımı Tipi
Sultan Süleyman I saltanatı süresince vergi adaletine de dikkat edilmiştir. Mısır’da görevlendirilen yeni valinin önceleri 800 bin altın olarak yollanan Mısır vergisini 1 milyon 200 bin altın olarak yollaması üzerine Kanuni Sultan Süleyman bu vergiyi kabul etmemiş ve halkdan baskı ile toplanmış olduğu için verginin fazla kısmını Mısır’a iade ederek bu paranın Mısır’ın su probleminde kullanılmasını istemiştir.
Sultan Süleyman I döneminde çıkartılan 931 tarihli “Kanunname-i Mısır”da  içerisinde 84 dirhem saf gümüş bulunan 100 dirhemlik alaşımdan 250 parça sikke darbı emredilmiştir. Buna göre Süleyman I dönemi Mısır sikkelerinin 1,25 gram ortalamasında olmalıdır ki, buna göre “akçe” ile “medini” veya “para” ismi verilen bu sikkelerin değişim oranı 1:1,7 olmaktadır.
Mısır’da bu dönem darbedilmiş dirhemler, sadece gümüş medini ve akçe tipi sikkelerin darbedilmiş olduğu Mısır için ender sikkeler arasındadır.


BAĞDAD SİKKELERİ

Osmanlı fetihlerinden önce Safevi egemenliği altında yaşayan bu bölgelerde ağırlıkları 4,6 gram ile 18,4 gram arasında değişen şahi adı verilen sikkeler kullanılmaktaydı. Sultan Selim I ve Sultan Süleyman I’in doğu seferlerindeki fetihlerinden sonra, o bölgelerde daha önce kullanılmakta olan şahi veya dirhem tiplerinin benzerlerinin Osmanlı sikkesi olarak da darbına başlanması, Osmanlı Devleti piyasasına tamamen yeni tip sikkeler kazandırmıştır.
Sultan Süleyman I’in birbirlerine benzemekle beraber, üzerlerinde birçok değişik yazıların yer aldığı çok çeşitli Bağdad dirhemleri bulunmaktadır. Sultan Mehmed IV döneminde darbedilen altın, gümüş ve bakır sikkelerin çeşitliliği 17. yüzyıl sonuna doğru azalmış, Sultan Süleyman II döneminde sadece mangırlarla karşılaşılmış, Sultan Ahmed II ve Sultan Mustafa II döneminde ise Bağdad sikkeleri tamamen ortadan kaybolmuştur.
Osmanlı sikkelerinde yeniden canlanma sürecinin tamamlandığı kabul edilen Sultan Ahmed III döneminde ise, mangır darbıyla Bağdad darphanesinin de harekete geçtiği görülmektedir. Sultan Mahmud I döneminde Bağdad mangırlarına ilave olarak küçük gümüş 5 paraların da eklenmesi, bölgedeki ekonomik canlanmanın bir göstergesi olmuştur.

18. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda sikke darbedilen şehirler hızla azalırken, Bağdad’da gümüş ve bakır sikke darbına devam edildiği görülmektedir. İran ve Hindistan’ın batıya yaptığı ihracatta Bağdad’ın stratejik bir konuma sahip olması, sikke darbının devamını sağlayabilmiştir.
Sultan Mahmud II döneminde Bağdad’da farklı tasarımlarla birçok bakır sikkenin darbedildiği görülmektedir. Bu sikkelerin bir kısmında sultanın cülus yıl kullanılmaktayken, bir kısmında ise doğrudan sikkenin darp tarihine yer verilmiştir.
19. yüzyıl sonlarında Sultan Abdülmecid döneminde darbedilen bakır mangırlardan sonra, yeni sikke darp edilmemesi talimatı verilerek faaliyetine son verilen Bağdad darphanesi 300 yıl süreden sonra sessiz hale gelmiştir.


OSMANLI NAKIŞLI MANGIRLARI

Genellikle yerel günlük alışverişlerde kullanılması için darbedilen bakır sikkelere mangır, mankur veya pul denilmektedir. Osmanlı mangırları üzerinde darp yeri, darp tarihi ve zaman zaman Sultan ismi yazılmış olmakla beraber, Osmanlı topraklarında uzun bir süre her iki tarafında da sadece süs ve desen tasarımlarının yer aldığı mangırlar da kullanılmıştır. Nakışlı mangır adı verilen bu bakır sikkeler, Sultan Murad II döneminden başlayıp, Sultan Mehmed II, Sultan Bayezid II, Sultan Selim I, Sultan Süleyman I, Sultan Selim II ve Sultan Murad III devirlerinde bol bol darp edilmişlerdir. Bu devirler 100 dirhem gümüşden 280 ile 525 adet akçe kesilmiş olduğu ve bu nedenle günlük alışverişlerde yüksek değerleri nedeniyle, akçenin alt birimlerine ihtiyaç duyulduğu dönemlerdir. Nakışlı mangırların bir kısmında darp yeri ismi bulunurken, bir kısmında sadece nakış ve süslere yer verilmiş olduğundan hangi sultan dönemine ait olduklarının bilinmesi zordur.


SULTAN SELİM I ALTIN SİKKELERİ

Sultan Selim I döneminde Osmanlı geleneksel darphanelerinden sadece 3 tanesinde, Amasya, Kostantiniye ve Serez’de altın sultaniler basılırken, yeni fethedilmiş şehirlerden 14 ünde ilk defa Osmanlı altın sikkeleri darp edilmeye başlanmıştır. Amid, Bitlis, Cezayir, Cezire, Dımışk, Haleb, Harput, Hasankeyf, Mardin, Mısır, Musul, Ruha, Siirt ve Şam Osmanlı İmparatorluğu’nun altın darp ettirdiği yeni şehirleri olmuştur.
Bu dönemde çok geniş bir coğrafyada darp edilmeye başlanılmasına rağmen, basılan sultanilerin genellikle standartlarında uyum sağlanabilmiş olduğu görülmektedir.

  • Darp edilmiş tüm sultaniler, Osmanlı altın standardındaki 3,50 gram ortalama ağırlığa uygundurlar.
  • Hemen hemen tüm sultanilerin arka yüzünde o tarihe kadar Osmanlı sultanilerinde kullanılagelmiş yazılar bulunmaktadır; “Daribü’n-nadri, Sahibü’l-izzi ve’n-nasri fi’l-berri ve’l-bahri”. Sadece Cezire’de darp edilmiş sultanilerde bu yazı yerine “Lailahe illa’llah Muhammedun Resulu’llah” ibaresi, Mardin’de darbedilmiş bir kısım sultanilerde ise “Sahibü’n-nadri ve’n-nasri fi’l-berri ve’l-bahri” ibareleri kullanılmıştır.
  • Hemen hemen tüm sultanilerin görünüşü geleneksel Osmanlı sultanilerine benzemekte olup, sadece Dımışk, Haleb ve Mısır altınlarının bir kısmı, çaplarının daha küçük olması, kullanılan yazı tipi ve süsleri ile bölgede kullanılagelen Memluk eşrefi altınlarını andırmaktadır.
  • İlk olarak Mardin sultanilerinde kullanılan “Mardin düğümü” Osmanlı sikkelerine yepyeni bir görsel estetik kazandırmıştır.

OSMANLIDA YABANCI SİKKELER

17. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı ekonomisine yeterli miktarda ve güvenilirlikte Osmanlı sikkesi arz edilememekteydi. Piyasada dış ticareti elinde tutan yabancı tüccarlar bu boşluğu farklı Avrupa sikkelerinin ithalatı ile doldurma yoluna gittiler. Kısa bir sürede  Venedik ve Macar altın sikkeleri ile İspanyol, Avusturya - Alman, Polonya ve Hollanda gümüş sikkeleri Osmanlı piyasasının en çok aranan sikkeleri haline geldi. Uluslararası ticarette etkin olmalarına rağmen, İngilizler’in kendi paralarının ihraç edilmesi yasak olduğu için İngiliz sikkeleri ile karşılaşılmamaktaydı. İngiliz şirketleri ticarette önceleri İspanyol, daha sonraları da Hollanda sikkeleri kullanıyordu.
16.yüzyıl ortalarından itibaren Avusturya ve Almanya’nın üretmeye başladığı ortalama 26 gram ağırlığında büyük çaplı taler ismi verilen sikkeler Avrupa’da yeni bir standardın oluşmasına yol açtı. Ancak bu dönemlerde Avrupa topraklarında küçük prensliklerin para darbetme yetkisi olduğundan benzer sikkeleri rekabet halinde üreten birçok darphane bulunmaktaydı.
Neticede Avrupa’da üretilen büyük çaplı gümüş sikkeler Anadolu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da da en çok aranılan sikkeler haline geldi. Daha henüz herhangi bir Osmanlı kuruş para birimi yokken, Osmanlı topraklarında “kuruş” ibaresi yabancı gümüş sikkeler için kullanılmaktaydı. Osmanlı Devleti bir taraftan yabancı sikkelerin serbest dolaşımına izin verirken diğer taraftan piyasanın zarar görmesini engellemek için bu sikkeleri yakından takip etmekteydi.
1915-17 yıllarında ise, Trabzon, Samsun, Rize gibi illerdeki tüccarlar Rusya’nın yakın bölgeleri ile ticaret yapmaktaydılar. Bu ticaretin yoğunluğu Rus paralarının halk arasında kullanılacak kadar yaygınlaşmasına sebep olmuştu. Ancak Sovyet Devrimi sonrası bu paralar elde kalmış ve halk arasında sıkıntı yaratmıştı.


TUNUS SİKKELERİ

350 yıla yakın bir süre Ben-i Hafs Hanedanı’nın hakimiyetinde kalan Tunus Osmanlı Devleti tarafından ilk olarak 1534 (H941) yılında Barbaros Hayreddin Paşa tarafından fethedilmiştir. Tunus’un ilk fethinde, bölge 10 ay süreyle Osmanlı yönetiminde kalmış, ancak Kanuni Sultan Süleyman dönemine rastlayan bu süreçte herhangi bir Osmanlı sikkesi darbedilmemiştir.
Tunus’da Osmanlı sikkelerinin darbı Sultan Selim II döneminde başlamış ve aralıksız 1881 (H1298) yılına kadar devam etmiştir. Tunus’da hemen hemen her Sultan döneminde darbedilmiş altın, gümüş ve bakır sikkeler bulunmaktadır.
Tunus sikkelerinin Osmanlı nümismatiğine getirdiği en önemli değişiklik “nasri” adı verilen dört köşeli gümüş sikkelerdir.  Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika bölgesinde kurdukları eyaletlerde de kare şeklinde sikke darbı geleneği devam ettirilmiştir.
Tunus’da sikkeler üzerinde ilk dönemlerde Sultan’ın cülus tarihi yer almış olmasına rağmen, ileri tarihlerde sikkelerin darp tarihlerinin yazılmış olduğu görülmektedir.
Tunus’da Sultan Selim II ile başlayan altın sultani darbına uzun yıllar herhangi bir değişikliğe uğramadan devam edildi. Gümüş sikkelerde ise Sultan Selim II döneminden itibaren bir taraftan akçeler darbedilirken, diğer taraftan dikdörtgen şekilde kesilmiş geleneksel nasriler darbedildi. Sultan Selim II ve Sultan Murad III döneminde hem Osmanlı akçeleri ile hem de Kuzey Afrika nasrileri ile karşılaşılmaktadır.
Osmanlı yönetimi altındaki Kuzey Afrika eyaletleri sikkeleri üzerinde - başta Tunus olmak üzere - genelde Sultan’ın sembolü olan tuğraya yer verilmediği görülmektedir. Ancak Sultan Mehmed IV dönemine ait 1066 tarihli bir gümüş Tunus  sikkesi, tuğranın yer aldığı estetik tasarımı ve bu bölgede fazla karşılaşılmayan dirhem ağırlığında darbedilmiş olması, bu sikkeyi ilginç hale getirmektedir.
Sultan Ahmed II’nin dört yıllık saltanatı döneminde Kostantiniye ve Mısır haricinde sadece Tunus’da sikke darbedilmiş olması Tunus darphanesinin önemi açısından önemli bir örnek olmuştur.


AKÇE ENFLASYONU

Akçe para birimi Osmanlı Devleti’nin ticari işlemlerde ve vergilerin tahsilinde kullanılan esas para birimi olduğundan, altın sultanilere karşı değişim değeri, altın ve gümüş madeninin piyasadaki itibari değerlerine göre belirlenmekteydi. Osmanlı altınlarının 19. yüzyıla kadar belirli sabit bir değeri olmamıştır. Sultani veya diğer tip altınların, akçe cinsinden değerleri piyasa şartlarına göre oluşmuştur. Örneğin 1477 yılında 1 Sultani, 45 – 46 akçe değerinde kabul görmekteyken, 1500 yılında 54 akçe, 1512 yılında 60 akçe, 1585 yılında 95 akçe, 1589 yılında 110 akçe olarak değer kazanmıştı. Bu değer artışı bir taraftan akçenin bu süre zarfında ağırlığının 0,77 gramdan, 0,68 grama düşürülmesinden, diğer taraftan ise piyasada altın/gümüş değer oranının 8,8’den 11,8’e yükselmesinden kaynaklanmıştı. 166’lü yıllara yaklaşırken akçeye güven ortamının azalması nedeniyle altın sultani değeri 160 akçeye kadar yükselmiş, ancak yapılan sikke tashihleri ile tekrar 120 ye düşürülmüştü. Genç Osman döneminde yaşanan krizler 1620 yılında 160 akçe olan altının değerini 1624 yılına doğru 340 akçeye kadar yükseltti. 1624 yılında gerçekleştirilen düzenlemeler akçeyi tekrar kıymetlendirip altın değerini 130 akçeye düşürmesine rağmen 1638 yılına gelindiğinde altın tekrar 250 akçe değerine yükseldi. 1700’lü yıllara gelindiğinde ise akçenin iyice değer kaybetmesi nedeniyle, çeşitlenmeye başlamış olan altın sikke değerleri de artık akçe ile değil yeni para birimleri olan para ve kuruş ile değerlendirilmeye başlandı. 17. yüzyıl sonlarına doğru 0,2 gramlara kadar düşen akçe ağırlığı Sultan Mahmud II döneminde 0,1 grama kadar düşürülmüş ve Sultan’ın 15. cülus yılından itibaren pratik olarak kullanılmaları mümkün olmadığından akçe darbına son verilmiştir.